Uykusunun baldan tatlı olduğu sabahlarda, melek öpüşlerle uyandırılmaz olur. Anne bağırır: “Çabuk ol servisi kaçıracaksın! “Baba kükrer: “Ne yatmasını biliyorsun, ne kalkmasını!” Sabahları güneşin doğuşunu bilmez çocuk. Hiç aydınlanmadan kalkar içi. Taze bir sabah, bayat bir günün devamıdır çok zaman. Her sabah adına yuva denen, adına kreş denen o yere bırakılır. Başkalarının annesinde, kendi annesinin hasretini çeker günboyu. Sabahın köründe “benim annem ne zaman gelecek” diye gözyaşları eker solgun yüzüne dizi dizi. Akşam ne uzundur. Yuva nice gürültülü. Sevgilerini konuşurlar efkarlı saatlerde. “Benim…“Sevilmek İçin Randevu Alan Çocuk” yazısını okumaya devam et

Miss Julia Pardoe. Belalım Julya. Bursa’nın erkeklerini alabildiğine güzel, kadınlarının ise çirkin bulan Julya. “Kadın seyyahların kaleminden öteki kadın.” Sevmedim bu başlığı. Bana rağmen bana verilmiş başlığı. Tam beş yıldır uğraşıyorum. Beş yıldan fazla. Kızım henüz dünyamıza teşrif etmeden başladığıma göre. Öyle dolaşıyorum hatunlarla Osmanlı coğrafyasını. Yediklerini yedim, gördüklerini gördüm. İş Julya’ya gelince danışmanımıza beğendiremedik yazdığımız satırları. Danışmanımız malum Bursalı. Bursalı Mahzun Bey İngiliz Julya’nın yüz küsur yıl önce Bursalı erkeklere yaptığı iltifata, iltifat ile karşılık vermek istiyor. Kadında ne şans var ama. Kara toprak…“Seninle Hesabımız bitmedi Julya” yazısını okumaya devam et

      a- “Ay ben çok kitap okurum” Bunlar, esasında ellerinin kitaba dokunup gözlerinin kitabın bazı satırlarına şöyle bir temas etmesini okuma eylemi zannettiklerinden, günün belli saatlerinde evdeki kitapların tozunu almak maksadıyla bile kitaplarla “iletişim” kurmalarını, kendi okuyuculuk hanelerine kaydederler. Ellerine mektup yazmak için bile kalem almadıklarından, yazmanın değerini bilmediklerinden, kazara bir yazarlar karşılaştıklarında “A siz yazar mısınız? Hiç okumadım. Adınızı hiç duymadım” derler. Bu “zarif” iltifatlara cevap verilmediğini görünce kendi zarafetlerini bir beden daha genişletmeyi düşünerek “ben çok kitap okurum” derler. Bunlara verilecek…“MİNİ TEST/ Ne kadar iyi okuyucusunuz?” yazısını okumaya devam et

  Pencereler kaç yağmurdan arta kalmış kirden yorgundu. Biriken tozlar ne iyi korunaktı. Komşuların hâl hatır sormasından korkuyordu. Toz ve kir bile sığınak olurmuş. Kimseler bilmiyor bunu. Yalnız Müzeyyen. Tozun korunak olduğunu bilen bir Müzeyyen var bu mahallede. Bütün mahalle yağmura rağmen kapıda, bacada, bayram telaşında. Yerinden kalkmayacaktı. Hiç kalkmayacaktı. Varsın camlar kirli olsundu. Varsın yarın bayram olsundu. Varsın “Ne çabuk yaşlandı Müzeyyen” desinlerdi. Kucağındaki bebeğe sarıldı yeni baştan. Taze bebek, yaşlandığının nice delillerinden değil miydi? “42 yaşında büyükanne olunur mu?” diyorlarmış, desinler bakalım. Kendi…“Sefer” yazısını okumaya devam et

      Kuruyemişçilerin önü tuzaktı. Şekerden, çikolatadan tatlı bir tuzak. Tat çocuğun damağındaydı. Annenin uzağında. En cömert tebessümlerini giyindi çocuk. Yüzünün bütün hücrelerini bir sevince hazırladı. Anneciğim şeker alabilir miyim, demek için. Sevdiği şekerlerin annesinin neden korkulu rüyası olduğunu hiç bilemeden. Şunlardan anneciğim, dedi. Hap kutusunun içine hapsedilmiş hap kılıklı şekerleri gösterip. Kadın umutsuzca kavanozdaki şekerleri gösterdi. Benim çocukluğumun şekerleri, dedi. İçinde susam olurdu. Fındık bazen. Öyle güzeldir ki! Çocuk istekleri için hiçbir şeyden etkilenmemeyi erken öğrenmişti. Evet anneciğim, dedi. Onlar senin çocukluğunun şekerleri,…“Şekerden Dünya” yazısını okumaya devam et

  Lavaş ekmeğinin içine koyduğu taze nane ve taze soğandan müteşekkil dürümünü ne kadar iştahlı ısırıyor. “Çok güzel değil mi?” diye soruyorum. Yarı mahcup yarı mütebessim “hı” diyor. “Hı.” Ondan mantarların en irisini seçmesini istiyorum. “Közleyecek misin abla?” diyor. Bu defa aynı mahcubiyet ve aynı tebessüm ile ben “hı” diyorum. Tam o esnada tezgâhın kralı edalarında dikilen delikanlı, Kürtçe bir şeyler söylüyor. Kelimeleri eze eze. Taze naneden dürüm yapmış olan, sanki Kürtçe cevap verirse, benim incineceğimden korkuyor. Anlamadığım için incineceğimden. Arkadaşını kızdırmak pahasına Türkçe cevap…“Sadece ceketimiz satılık!” yazısını okumaya devam et

    Yaşlı kadın, elindeki davetiyeye tekrar tekrar baktı. “Fakirlere yardım için… Restoranda düzenlenecek iftar yemeğine katılmanız, bize onur verecektir.” Davetiyeyi eline tutuşturan kızına yeni baştan sordu: “Fakirlere yardım edeceksek orada yiyeceğimiz yemekleri de onlara göndersek ya! Biz niye yiyoruz? ” Genç kadın annesini ikna edemeyeceğinden emin, sırf cevap vermiş olmak için izah etti: “Olmaz anne, bu yemeğe milletvekillerinin eşleri de katılacak. Herkes onlarla birlikte olmak için daha çok rağbet gösterir. Ne kadar çok katılım sağlanırsa o kadar iyi olur. Böylece daha çok para toplarız….“İftar Daveti” yazısını okumaya devam et

“Hiçbir telaş iftar sofrası hazırlayanların telaşı kadar kanatlanmış olamaz.” diye düşündü günün inişini sükût ile bekleyen kadın. Yarım saat sonrasının tatlı telaşı ard arda çalan iki telefonla sönüp gitmişti. Önce evin erkeği iftara gelemeyeceğini bildirmişti. Umutları kırılmamıştı kadının. Sardığı börekleri oğlu için kızartmaya devam etmişti. Sonra bir daha çaldı telefon. “Anneciğim n’olursun izin ver. Bütün sınıf Mehmetlere gidiyoruz iftara.” Kışın ortasında, güneş gökyüzünü pembeye boyaya boyaya veda ediyordu. Kadın pembe bulutlara bakarken, birden yalnız iftarı resmeden müellifin satırları takılıp kaldı dudaklarına: “Dünyada hiç kimse orucunu yalnız…“Tanrı Misafiri” yazısını okumaya devam et