Bayram Fotoğrafları

Kategoriler Yazılar

 

I.

Buz gibi çadırın içine açtı gözlerini. Hayattaydı ve üşüyordu. Hasan dede sabah namazını camide kılar, bayram namazına kadar eyleşirdi. Bu defa öyle olmadı. Çadırın içinde, oturduğu yerde kıldı namazını. Selam verip bekledi. Sanki derinlerin, diplerin sesini duyuyordu. Yedi kat yerin altı, kaynayan bir kazan gibi hissettiriyordu kendini. Kurbansız ilk bayramları olacaktı. Ahırın içinde dona kalmış koyunlar geldi gözlerinin önüne. “Senin yoluna kesilmiş kurban kabul eyle Ya Rabbim!” diye kapandı secdeye. Alnı soğuktan uyuştu. Alnı uyuştu, ama kalbi duruldu. Kalktı secdeden. “Kaç bayram gördüm?” diye düşündü birbirine sıkı sıkıya yapışmış torunlarına bakıp. Çocuklar bir rüyanın içindeydiler. Buz gibi çadıra inat, sıcak bir düşün içinde top koşturmadaydılar.

Oğlunu aradı gözleri. Yoktu. Yokluğa mı yanacaktı oğlu bundan böyle, iki evlat ile ortada kalakaldığına mı? Yavaşça açtı çadırın kapısını. “Belki kıyıda köşede sigara içiyordur diye bakındı sağa sola. Güneş bayram hediyesi gibi doğuyordu.” En büyük hediye gül yüzlü güneş olacaktı çadırların üstüne.

Yoktu oğlu. Her şeyin fakiriydiler artık. Her şeyin. Gelini göçük altında kalmamış olsaydı yan çadırdaki kadınların telaşını o da içeri doldururdu. Ağlardı, inlerdi. Ekmek derdine düşer, yokluğun içine bile bayram telaşesi oturturdu. “Torunlar birazdan uyanır, uyanır da babalarını, analarını, bayramı sorarlar.” diye korktu Hasan dede. Elinde tespih “bay- ram, bayram, bayram” diye zikre durdu, “estağfurullah” çektiğini sanıp.

II

Adam evden kaçmak istedi. Evden kaçarsa fakirlikten de kaçmış olacağını zannedip. Camiden çıkan cemaate katılıp tepedeki mezarlığa kadar gitti. Kimi kimsesi yoktu burada. Köyüne, köyünün mezarlığına kilometrelerce uzakta, anasının babasının mezarıymışçasına, oturdu bir mezar taşının başına. Oturması yetmedi, mezar taşının üstündeki yazıları okuyup “Demek adın Ahmet, demek yaşın kırk iki!” dedi. Söyleyeceği çok şey varken ezberindeki duaları okudu sırayla. “Önce hediye” dedi mezarın içindekiyle hasbıhali sürdürmeye kararlı. “Ben seni tanımam sen beni” dedi söylediğinden korkup. Etrafına bakındı. Başı kalabalık mezarlar epey uzaktaydı. Mermerlerin tozunu alanlar, çiçekleri yerleştirenler, tiril tiril kıyafetleri içinde ölümün iklimine dokunmadan kaçıp gitmek isteyenler uzaktaydı.

“Ölüden medet ummayın diyorlar ya!” dedi adam kendi sesinden korka korka. “Benimki medet aramak değil. Seni tanımam bile. Yaşın benim yaşımmış, adın Ahmet’miş. Yarım kalmış bir hayat bırakmışsın arkanda. Ayaklarım beni sana getirdi. Eve gidecek takatı bulamadım da. Bayramı bayram yapacak her şeyden mahrum hanemiz. Cebimde sadece bir milyon. Hani insan derdini dağlara taşlara anlatır ya. Dağ yok burada, taş da. Taş niyetine âdemler var ortada. Ben de bağrımı bir mezar taşına açtım. Bakma kusuruma. Adı Ahmet, ömrü yarım kalmış kardeş.”

III

Gelenlere gidenlere bakıp içi daraldı genç kızın.
Konu komşunun gelini, damadı sabahın onunda damlamaya başlamıştı. Merdivenlerde bir koşuşturma,
bir telaş. Ne gelenleri olacaktı, ne onların gideceği
bir kapı. Yine de bir tepsi şekerpare ıslattı annesi.
Yine de hazır yufkadan bir tepsi börek yaptı. Yine de dibi köşeyi temizleyip sabun kokularına buladı
evi. Radyo istasyonlarını dolaşıp bir bayram şarkısı
buldu. Üstünü başını değiştirip sanki bayram ete
kemiğe bürünmüş bir âdemmiş gibi saygıda kusur
etmeksizin beklemeye koyuldu.

IV

Kendinizden başkasını düşünenlerdenseniz… Elinizle, dilinizle, muhabbetinizle merhem olanlardansanız… Bayramınız mübarek olsun. Değilseniz… Ne konuşmaya ne bayramlaşmaya değer bir şey yoktur aramızda.

 

Fatma Barbarosoğlu

*Bu yazı Ramazanname kitabında yayınlandı. 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir